Köşe Yazıları

“KALİTELU RİZELU” BAŞBAKAN MESUT YILMAZ

“KALİTELU RİZELU” BAŞBAKAN MESUT YILMAZ Ölüm bütün gerçekliği ile ortaya geldiğinde duygu ve düşünceler bir kere daha tartılıyor. Daha anlayışlı, daha bağışlayıcı oluyorsunuz. Mesut Yılmaz’ın siyasi karnesine baktığımızda sevaplarının daha..

“KALİTELU RİZELU” BAŞBAKAN MESUT YILMAZ

“KALİTELU RİZELU” BAŞBAKAN MESUT YILMAZ
Ölüm bütün gerçekliği ile ortaya geldiğinde duygu ve düşünceler bir kere daha tartılıyor. Daha anlayışlı, daha bağışlayıcı oluyorsunuz. Mesut Yılmaz’ın siyasi karnesine baktığımızda sevaplarının daha fazla olduğunu görebiliyoruz. Bu ülkeye hizmet etmiş, bu sebeple hücumlara da maruz kalmış, haksızlıklara da uğramış bir siyasetçi portresi.

Şimdiki Türkiye fotoğrafına ve siyasi portrelere bakınca haksızlığı daha net fark edebiliyorsunuz.

Mesut Yılmaz iki medeniyetin arasında kalmış bir insandı, bütün siyasi hayatını da bu belirledi.

Bir taraftan ortaokulu Avusturya Lisesi’nde, liseyi İstanbul Erkek Lisesi’nde okumuş Alman ekolüyle yetişmiş, varlıklı, şehirli, seküler bir hayatın içinden geliyordu.

Diğer tarafta ise muhafazakar siyasetten Yassıada da mahkum olmuş bir amcanın Rize kökenli yeğeni.
Bu iki dünya arasındaki gelgitler Mesut Yılmaz’ın siyasi çizgisinde de kırılmaların esas nedeni oldu.

1991’de ANAP Kongresi’nde genel başkanlığı muhafazakar kanadın karşısında liberal kanadın adayı olarak   T. Özal’ a rağmen kazanmıştı.  Ama esas olarak o tarihlerde liberallikten kasıt laiklikti.

Onun başında olduğu ANAP, 91 seçimlerine ,bugün için bile fazla Avrupai bulunabilecek bir kliple ve Sezen Aksu’nun şehirli, modern Hadi Bakalım şarkısıyla girmişti.
O şarkıyla hareketlenen sırtımdaki kızımın , seçim otobüsündeki Mesut Yılmaz’a nasıl sevinçle el salladığını hatırlıyorum.

Ama Türkiye genç, ciddi, iyi eğitimli, Alman siyasetçisi gibi duran, popülizm yapmayan Mesut Yılmaz’ı ve onun Avrupai seçim kampanyasını değil,” kim ne verirse 10 lira fazlasını vereceğim” diyen eskilerden, tanıdık  ve populizmin ağababası Süleyman Demirel’i seçmişti.

Ki o Demirel , devir teslim töreninde Mesut Yılmaz’ın Demirel’in abartılı seçim vaatlerini hatırlatınca  hatırladığım kadarıyla Demirel’in o unutulmaz siyasi cevabını duyduk:
– Senin ağzını tutan mı var,sen de vaat et,  mitinglerde her şey söylenir 

Bu yıllarda Yılmaz’ın iki büyük şansızlığı ve bir yanlış kararı siyasi kaderini de belirledi.

Şansızlıklarının en büyüğü, merkez sağda karşısındaki rakibinin Tansu Çiller olmasıydı. Şansızlığının sebebi Çiller’in karizmatik ve iyi bir siyasetçi olması değildi. Tam tersine siyaset bilmeyen, derinliği olmayan ve aşırı pragmatik bir liderle aynı ringi paylaşmak zorunda kalmak Mesut Yılmaz’ın da imajına zarar verdi.
İkinci büyük şansızlığı siyasi kariyerinin Türkiye’de İslamcılığın ve Refah Partisi’nin yükselişine denk gelmesi oldu. Buna karşı çıkacak fikri donanımı zayıftı, sağ seçmeni elinde tutacak kadar bir muhafazakar kimliğe ve müktesebata da sahip değildi.

Laik tarafı da , ordunun irticayla mücadele adı altında siyasete müdahalesine net bir biçimde karşı çıkmasına da engel olmuştu.

Bu iki şansızlığı en ateşli laiklik taraftarı ve Refah Partisi karşıtı olan Çiller’in bir anda fikir değiştirip Refah Partisi ile koalisyon kurmasıyla hayatının yanlışına onu sürükledi. Biraz devletçilik, biraz da siyasi ihtirasla 28 Şubat post modern darbesiyle devrilen Erbakan’ın yerine kurulan asker gölgesindeki hükümetin Başbakanı olmayı kabul etti.

Bugün muhafazakarların önemli bir kısmı Mesut Yılmaz’ı 28 Şubat’ın ardından bu ara dönem hükümetinin Başbakanı olarak hatırlıyor.

Ama pek az az insan bugün 28 Şubat’tan sadece bir yıl sonra Mesut Yılmaz’ın Başbakan olarak askerlerle irticayla mücadele yüzünden nasıl karşı karşıya geldiğini ve TSK’nın Yılmaz’a karşı yayınladığı muhtırayı hatırlıyor.
Bu, cumhuriyet tarihinde askere karşı o ana kadar bir Başbakan’ın yaptığı en sert konuşma da olabilir.

Konuşmasında “27 Mart, 28 Şubat olmaz, asker kendi işine baksın, dayatma yapılacaksa ben yaparım” demiş, “İrticayla mücadelenin askerin değil, hükümetin görevi olduğunu” hatırlatmış, başörtüsü yasağına karşı çıkmış, “irticayla mücadele edilirken dindar vatandaşlar rahatsız edilmemeli” mesajı vermişti.

2001 yılında Mesut Yılmaz bir kere daha bu siyaset düşkünü, vesayetçi TSK’yı karşısına aldı.

Bu kez krizi çıkaran ordunun AB reformlarına sürekli taş koymasıydı.

ANASOL-M hükümetinin ortağı olarak AB reformlarını uygulanması, ekonomik reformların hayata geçirilmesi konusunda en kararlı tavrı gösteren kişi Yılmaz’dı.
Türkiye’nin siyasi olarak eksenini oynatan Rusya ile doğalgaz anlaşması da onun zamanında başladı. İdam cezasının kalkması, TRT’de Kürtçe yayın yapılması ve özeleştirmeler konusunda askerlerle tartışmalar yaşamıştı.

2002 seçimlerine  büyük bir cesaretle Avrupa Birliği vurgularıyla giren ANAP yüzde 5’lerde kalmıştı.

Aradan 18  yıl geçmiş Bugün Avrupa Birliği lehinde konuşabilecek tek bir siyasetçi görebiliyor musunuz?

Geçen yıl yabancı bir medya kuruluşuna verdiği röportajda da AB ve Türkiye ile ilgili en düzgün ve aklı başında tespitleri yine kendisi yapmıştı.
Mesut Yılmaz  yeniden 2007’de Rize’den bağımsız aday olduğunda AK Parti’nin Rize’de parti olarak aldığı oyun yarısını tek başına almayı başarmıştı. (40 bin oy)
Rize gibi muhafazakar bir şehirde, sırtında 28 Şubat kamburu olan bir siyasetçinin, Tayyip Erdoğan gibi Rizeli karizmatik bir Başbakan’ın karşısında ve 27 Nisan’ın gölgesinde gidilen bir seçimde bu kadar yüksek oyu nasıl aldığını ilk girdiği seçimde ANAP ‘ ın propagandacısı , kendi deyimiyle” cazgırı” Zenger’in bir anısıyla açıklamak mümkün :
Rize’ de seçim çalışmaları sırasında Mesut Yılmaz’ın seçim otobüsünde Zenger anons yapıyor:
– Geliyor Mesut YILMAZ geliyor, Türkiye’nin kaliteli Başbakanı geliyor..
O sırada Mesut Yılmaz’ın otobüsünün yanında koşan Rizeli Zenger’e bağıryor :
– Ne kalitelusu,kalitelu değildur , Rizeludur rizelu…

Türkiye’de seçmenlerin tercihlerini ideolojilerine ve kimliklerine göre yaptığını düşünmek, her şeyi siyasi  ve idelojik gerekçelerle açıklamaya çalışmak çok yanlış . Tek motivasyonları dindarlık, laiklik ya da milliyetçilik olmayan milyonlarca insanın siyasi tercihlerini liderlerle kurdukları duygudaşlıklar da belirliyor.

Mesut Yılmaz, en azından kendi memleketinde bu duygudaşlığı kurmayı başarmıştı.

Fakat ne yazık ki bu duygudaşlık  ve  Türkiye’nin toplumsal yapısı ne o günlerde ne de şimdi  kaliteli bir Rizeli’nin başbakan olmasına müsaade etmiyor.

Mesut Yılmaz Rize ile İstanbul arasında, Beyazıt’taki Beyaz Saray ile Avusturya Lisesi arasında, muhafazakarlıkla, laiklik arasında kalmış Türkiye’ye erken gelmiş, yalnız, ihtirası ve pırıltısı az, meşruiyetçi, macera sevmeyen bir liberaldi.

28 Şubat’ta kurulan hükümetin Başbakanı olmayı kabul ederek siyasi hayatını riske atmıştı ama Türkiye’nin 28 Şubat havasından çıkmasında, yeniden AB reformlarıyla demokratikleşme yoluna girmesinde, idamın kaldırılması,Rusya ile ilişkilerde, devlet kanalında Kürtçe yayın gibi Türkiye için radikal adımların atılmasında, 2001 krizinin aşılmasını sağlayan Derviş programının uygulanmasında az bilinen kritik bir rol oynamış, ön açıcı olmuştu.
“AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü bile tabu kırıcıydı.

73 yaşında vefat eden eski Başbakan Mesut Yılmaz’a Allah’tan rahmet,eşi  Berna Hanım’a başsağlığı dilerim….

Tüm  Rizelilerin veTürkiye’nin başı sağolsun.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

Sitemizde yapacağınız yorumlar kontrol edildikten sonra yayınlanacaktır.

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL